Sayfalar

19 Mart 2010 Cuma

Evrimci Yanılgılar


Darwinistlerin bilimsel hataları ve yargı bozuklukları

Bugün insanoğlu tüm akıl, bilgi ve teknoloji birikimiyle tek bir canlı hücre dahi üretmeyi başaramıyor. Böyleyken doğadaki milyonlarca farklı canlı türünün sadece tesadüflere dayalı bir süreç sonucunda ortaya çıktıklarını iddia etmek, yani evrim teorisini savunmak, ünlü moleküler biyolog Michael Denton'ın ifadesiyle "insan aklına yönelik bir saldırıdır". Bu nedenle evrimi savunanlar, sürekli olarak ya ciddi bilimsel hatalar ya da yargı bozuklukları sergiliyorlar.

"Kulağın Evrimi" Yanılgısı

Evrimcilerin, özellikle de konu hakında yeterli bilgisi olmadığı halde teoriye körü körüne inananların ilginç bir özelliği, teoriyle hiçbir ilgisi olmayan konuları kendi lehlerinde bir delil sayarak savunmalarıdır. Bunun bir örneği, Veysel Atayman adlı evrimci yazarın, Evrensel gazetesinin 13 Haziran 1999 tarihli Pazar ekinde yayınlanan "Maddeci 'Madde', Evrimci Madde" başlıklı yazısında sergilendi. Atayman evrimin kendince "delilleri"nden söz ederken şöyle yazıyordu:

”İşitme organımız kulağımız da, derimiz dediğimiz, endoderm ve egzoderm tabakalarının evrimi sonucunda oluştu. (Hala bas sesleri karnımızın derisinde hissetmemiz bir kanıt!)"

Ses dediğimiz kavram, gerçekte havada yayılan bir takım titreşimlerdir. Kulağımız, olağanüstü derecede kompleks sistemi sayesinde, bu ses titreşimlerini frekanslarına göre elektrik sinyallerine çevirir. Bu elektrik sinyallerinin beynimizde yorumlanmasıyla da ses oluşur.

Titreşim fiziksel bir etki olduğuna göre, dokunma duyumuz tarafından da algılanabilir. Dolayısıyla yüksek ve bas bir sesi, elbette fiziksel olarak da hissedebiliriz. Dahası, bu sesler cisimleri de fiziksel olarak etkiler. Çok güçlü kolonların kullanıldığı bir odada pencere camlarının kırılması bunun bir örneğidir.

İlginç olan, evrimci yazar Atayman'ın bunları "kulağın evrimi"ne bir delil sanmasıdır. Atayman, "kulak ses titreşimini algılar, derimiz de bu titreşimden etkilenir, demek ki kulak deriden evrimleşmiştir" diye mantık yürütmektedir. Eğer Atayman'ın mantığı ile düşünürsek "kulak ses titreşimini algılar, pencere camı da bu titreşimden etkilenir, demek ki kulak pencere camından evrimleşmiştir" diye de düşünebiliriz. Yanlış mantık örgüleri kurmaya başladıktan sonra, saçmalamanın bir sınırı yoktur.

Eğer Atayman ya da bir başka evrimci gerçekten kulağın evrimle oluştuğuna inanıyor ve buna delil göstermek istiyorsa, bu tür ilgisiz benzetmeler değil, gerçek bilimsel deliller sunmalıdır. Kulak kepçesinin ses yükseltme özelliğinin, kulak zarı hassasiyetinin, orta kulaktaki üç hassas kemikçiğin, iç kulaktaki "salyangoz" adlı içi özel bir sıvıyla dolu organın, bu organın yüzeyinde bulunan ve sıvı içindeki titreşimleri algılayarak bu titreşimlere göre elektrik sinyali üreten onbinlerce alıcı hücrenin ve kulak içindeki daha yüzlerce hassas dengenin nasıl olup da "tesadüfen" oluştuğunu açıklamalıdır. Ama böyle bir açıklama yapamazlar, çünkü böyle bir açıklama yoktur. Bu konuda biraz daha bilgi sahibi olan evrimciler, Atayman gibi kendilerini komik duruma düşürecek örnekler vermektense, susmayı tercih etmektedir.

Evrimi Bir "Tercih Meselesi" Sanma Yanılgısı

Evrimci yazar Veysel Atayman'ın bir diğer yanılgısı ise, yaratılış ve evrimi, insanların genel dünya görüşlerine göre tercih edebilecekleri iki farklı bakış açısı olarak göstermesidir. Yine Evrensel gazetesinin 13 Haziran 1999 tarihli Pazar ekinde şöyle yazmaktadır:

”İslamcının “Tanrı şu balığa ne güzel renkler, şekiller vermiş” dediği yerde, evrimbilimci, “balığın çevreye uyum sağlamak ve karşı cinsin dikkatini çekebilmek için donandığı renklerden ve biçimden” söz eder.”

Oysa bir balığın rengi ve biçiminin nasıl oluştuğu sorusu, doğrudan bilimsel verilere bakarak değerlendirilecek ve cevabı bulunabilecek bir sorudur. Bir balığı ya da başka bir canlı türünü incelediğimizde, bu varlıklarda hiç bir doğa olayıyla ya da kendi iradeleriyle açıklanamayacak "tasarım"lar bulunduğunu görürüz. Her tasarım, bu tasarımı yapan bilinçli bir iradenin varlığını gösterir. Bu da canlıyı Allah'ın yarattığının ispatıdır.

Atayman, yaratılışa inanmayı bir "tercih meselesi" gibi göstermeye çalışmakla, bu gerçeği gizlemek istemektedir. Eğer aynı mantığı kullanırsak, "bir insan bir kitaba baktığında, 'bu kitap ne kadar güzel yazılmış' der, bir diğeri ise 'kitap kendi kendini ne güzel yazmış' diye düşünür" gibi bir cümle de yazabiliriz. Ancak açıktır ki, bu iki açıklamanın sadece birincisi doğrudur, ikincisi ise akıl dışı bir safsatadır.

İşte Atayman'ın verdiği balık örneğindeki evrimci mantık da aynı derecede saçmadır. Çünkü hiç bir balık kendi renklerini ve biçimini belirlemez, yani kendisini yaratmaz. Kendi biçim ve renginin farkında bile değildir ki, onları düzenlesin. Açıktır ki bir Yaratıcı'nın eseridir. Bu bir "tercih meselesi" değil, akıl ve bilimin ortaya koyduğu apaçık bir gerçektir.

"İnsan Bilinci Maddeye İndirgenemez" İtirafı

Evrimci yayınlarda yanılgılar kadar zaman zaman itiraflar da yayınlanıyor. Bunun bir örneği, Dr. Tuğrul Atasoy imzasıyla Bilim ve Ütopya dergisinin Ağustos 1999 tarihli sayısında yayınlanan "Bilinç Nedir?" başlıklı yazı oldu. Atasoy, insan bilincine materyalist bir açıklama getirmeyi hedeflediği halde, bu açıklamanın imkansız olduğunu kabul ediyordu.

Materyalistler ruhun varlığını reddettikleri için, insan bilincini sadece beynin bir ürünü olarak kabul ederler. "Ben" dediğimiz varlığın, sadece beynin içindeki nöronlar (sinir hücreleri) ve bunlar arasındaki kimyasal reaksiyonlar olduğunu iddia ederler. Oysa bilimsel bulgular, zihnin sadece beyinden ibaret olmadığını, aksine beynin ötesinde, beyni kullanan madde-ötesi bir varlığın bulunduğunu göstermektedir. İşte materyalist yazar Atasoy da bunu şöyle kabul etmektedir:

"Bilincin tam bir tanımını bugün için yapamıyoruz. Onu ancak bileşkenlerini tanımlamak yoluyla tanımlamaya çalışıyoruz. Yine de biliyoruz ki bilinç her zaman bileşenlerinin toplamından fazlasıdır."

Yani bilinç, "bileşkenlerinin", örneğin beyinde görme merkezi, duyma merkezi gibi maddi etkenlerin toplamından daha farklı bir şeydir. Bu durumda elbette bilincin açıklaması da materyalist bir bakış açısıyla yapılamaz. İlginçtir ki, materyalist yazar Atasoy da bunu kabul etmekte ve bilincin açıklanması için bu konuda 19. yüzyıldan beri hakim olan materyalist bakış açısının değişmesi gerektiğini kabul ederek şöyle yazmaktadır:

"Pekala tüm bunlardan sonra bilinç nedir? Yazının başında da belirttiğimiz gibi tam ve doğru bir yanıta henüz ulaşabilmiş değiliz. Bu tanımın yapılabilmesi ya da hiç olmaz ise onu daha iyi anlayabilmemiz için, bugün için kabul edilen paradigmaların değişmesi ile oluşacak olan bilimsel devrimlere ihtiyacımız var gibi gözükmektedir."

Atasoy biraz daha araştırmacı davranıp etrafındaki bilimsel gelişmeleri izlerse, "ihtiyacımız var" dediği "bilimsel devrim"in şu anda zaten yaşanmakta olduğunu, dünyanın dört bir yanından sayısız bilim adamının materyalist dogmayı terk ettiğini görebilir.

Bir Biyoloji Öğretmeninin Vahim Yanılgıları

Türkiye'de evrim teorisini savunma niyetiyle yazı yazan kalemlerin çoğunun ortak özelliği, konu hakkında çok az bilgiye sahip olmalarıdır. Bu nedenle, onyıllar önce bilim literatüründen çıkarılmış, evrimcilerin bile terk ettikleri iddiaları büyük bir evrimsel kanıt sanarak heyecanlı yazılar yazmaktadırlar.

Necla Türkel adlı biyoloji öğretmeninin Cumhuriyet gazetesinin 7 Temmuz 1999 tarihli sayısında yayınlanan "Evrim Gerçeği Hala Okul Dışı" başlıklı yazısı, bu vahim durumun yeni bir örneğiydi. Yüzlerce öğrenciye biyoloji konusunda eğitim vermekle sorumlu bir insan, ne yazık ki geçersizliği çoktan anlaşılmış bulunan "Embriyolojik Rekapitülasyon" iddiasına sahip çıkarak şöyle yazıyordu:

"İnsan embryosunda organların birçoğu, ilk oluştuğunda balık ve kurbağanın ergin haline benzer. Sonra evrim geçirerek sürüngen ve kuşların iç organ yapısına, doğum öncesi insanın organ yapısına dönüşür. (Bu evrimin kanıtıdır.) Döllenmiş yumurta embriyoyu oluşturur. Embriyo çeşitli aşamalardan geçerek ergin canlıyı oluşturur. Bu ontogenik evrimdir. Ontogenik evrim aynen canlı türlerinin evrimine benzer."

Türkel'in "evrimin kanıtıdır" diyerek savunduğu iddia, Ernst Haeckel adlı evrimci biyolog tarafından 19. yüzyılda ortaya atılmış, ancak bu yüzyılın ikinci yarısında terk edilmiştir. İnsan embriyosunda Haeckel'in iddia ettiği gibi "solungaçlar" bulunmadığı, embriyonun evrimsel bir gelişim izlemediği görülmüştür. Bunu bugün evrim teorisinin en önde gelen isimleri kabul etmektedir. Dahası, Haeckel'in embriyoları birbirine benzetebilmek için sahte çizimler yapan bir şarlatan olduğu da anlaşılmıştır. (Bu gerçek, evrimci bir bilim dergisi olan Science'ın 9 Mayıs 1997 tarihli sayısında "Sahtekarlık Ortaya Çıkarıldı" başlığıyla detaylı olarak açıklanmıştır.) Sayın Necla Türkel, bu konuda ayrıntılı bilgi edinmek için, Harun Yahya'nın Evrim Aldatmacası adlı kitabına başvurabilir.

Biyoloji öğretmeni Sayın Türkel, yazısında, bununla kalmayıp, bir diğer geçersiz evrimci iddia olan "körelmiş organlar" safsatasına da "evrim kanıtı" olarak atıfta bulunuyordu:

"İnsandaki körelmiş kuyruk (kuyruk sokumu) ve otçul hayvanlarda bitkisel besinlerin sindirimini sağlayan gelişmiş haldeki kör bağırsağın (apandis) insanda körelmiş olması, birer evrim kanıtıdır."

Körelmiş organlar iddiası evrimciler tarafından bundan bir asır kadar önce ortaya atılmıştı. İddia sadece bilgi eksikliğine dayanıyordu. Bilim ilerledikçe bu sözde "işlevsiz organların", işlevleri birer birer bulundu. Örneğin Necla Türkel'in körelmiş organ sandığı kuyruk sokumunun, leğen kemiği çevresindeki kemiklere de destek sağladığı ve küçük bazı kasların tutunma noktası olduğu anlaşıldı. Apandisitin ise, gerçekte vücuda giren mikroplara karşı mücadele eden lenf sisteminin bir parçası olduğu belirlendi.

Kendisi de bir evrimci olan S. R. Scadding "(Biyoloji hakkındaki) bilgimiz arttıkça, körelmiş organlar listesi de giderek küçüldü... "körelmiş organlar"ın evrim teorisi lehinde herhangi bir kanıt oluşturamayacağı sonucuna varıyorum" diyerek "körelmiş organlar" hikayesinin çöktüğünü kabul eder.(S. R. Scadding, "Do “Vestigial Organs” Provide Evidence for Evolution?", Evolutionary Theory, Cilt 5, Mayıs 1981, s. 173)

Üzücü olan, Türkiye'deki bazı bilimadamlarının ya da eğitmenlerin, bu gibi çoktan terkedilmiş evrimci iddiaları sahiplenerek ortaya çıkmalarıdır. Kendilerine tavsiyemiz, eğer evrimi savunmaya niyetlilerse, konu hakkında ciddi bir araştırma yapmalarıdır. Hem o sayede teorinin artık savunulacak hiç bir yönü kalmadığını da belki görebilirler.