Sayfalar

19 Mart 2010 Cuma

Hayali "Tabiat Ana"nın Yardımcısı: Doğal Seleksiyon


Evrimcilerin doğada kendilerince en çok saygı duydukları ve sözde yaratma gücünü en fazlasıyla atfettikleri mekanizmanın ismi "doğal seleksiyon"dur. Doğal seleksiyon gerçekten de doğadaki canlılar arasında gözlemlenen bir mekanizmadır. Ancak hiçbir zaman evrimcilerin hayal ettikleri gibi canlıları geliştirme ve yeni bir tür yaratma yeteneğine sahip değildir.

Doğal seleksiyon, Darwin'den çok önce sözü edilmiş doğal bir süreçtir; ancak doğal seleksiyonun sözde "yaratma gücü" olduğunu iddia eden ilk kişi Darwin'dir. Charles Darwin teorisini, evrimleştirici bir gücü olduğuna inandığı "doğal seleksiyon" mekanizmasına dayandırmıştır. Oysa doğal seleksiyon, sadece canlıların bulundukları doğa koşullarına uyum sağladıklarında yaşamlarını ve nesillerini devam ettirebildiklerini, bu koşullara uygun yapıda olmayanların ise yok olacaklarını öngörür. Yani doğal seleksiyonun canlıları evrimleştirici bir gücü yoktur.

Bu konuyu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Bir coğrafi bölgede bir tanesi daha tüylü, diğeri ise nispeten daha kısa tüylere sahip iki benzer köpek cinsinin yaşadığını varsayalım. Eğer bu bölgede hava sıcaklığı ekolojik bir farklılık nedeniyle önemli ölçüde düşerse, uzun tüylü köpekler kısa tüylü köpeklere göre soğuğa daha dayanıklı olacaklardır. Bir süre sonra kısa tüylü köpeklerin sayısı iyice azalabilir, daha sıcak bölgelere göç edebilirler veya soyları tamamen tükenebilir. Yani uzun tüylü köpekler doğal seleksiyonla seçilmiş ve avantaj kazanmış olurlar.

Ancak dikkat edilirse bu süreç, ortaya yeni bir köpek cinsi çıkarmış değildir. Doğal seleksiyon mekanizmasıyla, sadece zaten var olan iki farklı cinsten biri avantaj elde etmiştir. Ortada hiç uzun tüylü köpek yok iken, doğal seleksiyon sonucunda uzun tüylü köpekler oluşmuş değildir. Bu köpeklerin zamanla bir başka canlı türüne dönüşmeleri de zaten kesinlikle söz konusu değildir.

Kısacası doğal seleksiyon sonucunda ortaya yeni türler, yeni özellikler çıkmamakta, sadece zaten var olanlardan biri seçilmektedir. Yeni bir tür ve yeni bir özellik oluşmadığı için de, bir "evrim" yaşandığından söz edilemez. Bir başka deyişle, doğal seleksiyon yoluyla hiçbir "evrim" meydana gelmez.

Ancak evrimciler doğal seleksiyonu kullanırken, insanların gözlerini boyamak ve gerçekleri çarpıtmak için bazı illüzyonlara başvurur, doğal seleksiyona içerdiği anlamdan çok daha geniş bir anlam yüklerler. Onların hezeyanlarına göre doğal seleksiyon sadece zayıf olanları elemekle kalmayıp, binlerce yeni canlı türü yaratmaktadır. Daha doğrusu evrimciler bu hayali sürece inanmak isterler, çünkü ellerinde başka hiçbir dayanakları yoktur. Burada Darwinistlerin umutları ve özlemleri çok büyük bir rol oynamaktadır. Bu isteği çağımızın evrimcilerinden Harvard Üniversitesi paleontoloğu Stephen Jay Gould şöyle ifade eder:

Darwinizm'in özü tek bir cümlede ifade edilebilir: 'Doğal seleksiyon evrimsel değişimin var edici gücüdür.' Kimse doğal seleksiyonun uygun olmayanı elemesindeki negatif rolünü inkar etmez. Ancak Darwinci teori, "uygun olanı var etmesi"ni de istemektedir. (Stephen Jay Gould, "The Return of Hopeful Monsters", Natural History, cilt 86, Temmuz-Ağustos 1977, s. 28 )

Fakat Darwinistler bu isteklerini delillendirememişlerdir. Çünkü doğal seleksiyonun canlıları evrimleştirdiğine dair tek bir gözlemlenmiş örnek mevcut değildir. Evrimci olan İngiliz paleontolog Colin Patterson, bu gerçeği şöyle itiraf eder:

Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizm'in en çok tartışılan konusu da budur. (Colin Patterson, "Cladistics", Brian Leek ile Röportaj, Peter Franz, 4 Mart 1982, BBC )

Asıl şaşırtıcı olan, Darwinistlerin doğal seleksiyonun yeni bir tür var edecek gücü olamayacağını bildikleri halde bu safsataya inanmalarıdır ve hatta bunu iddia etmeleridir. (Kitabın girişinde söz ettiğimiz, hava günlük güneşlik olduğu halde, yağmurun altında ıslandığını iddia edebilen "büyülenmiş" adam gibi.) Bugün birçok evrimci, doğal seleksiyon gibi sadece zayıf bireylerin elenmesine vesile olan bir mekanizmanın, insan gibi çok yüksek medeniyetler meydana getiren, birbirinden üstün ve kompleks özelliklere sahip bir varlık oluşturamayacağını itiraf etmektedir. Fakat bu itiraflar ne ilginçtir ki onların inançlarını hiçbir şekilde değiştirmemektedir. Teorilerinin içine düştüğü kriz tüm açıklığıyla ortadayken, üstelik bu krize kendileri de bizzat şahitken, "İnsan, evrim süreciyle var oldu" saplantılarından hiçbir şekilde vazgeçmezler. İşte bu çelişkiyi taşıyan ve Darwinizm'e körü körüne bağlı olan J. Hawkes bir yazısında şöyle demiştir:

Kuşları, balıkları, çiçekleri vb. göz kamaştırıcı güzelliği salt doğal seleksiyona borçlu olduğumuza inanmakta güçlük çekiyorum. Dahası, insan bilinci öyle bir düzeneğin ürünü olabilir mi? Nasıl olur da tüm uygarlık nimetlerinin yaratıcısı insan beyni; Sokrates, Leonardo da Vinci, Shakespeare, Newton ve Einstein gibileri ölümsüzleştiren yaratıcılık "yaşam savaşımı" denen orman yasasının bize bir armağanı olsun? (J. Hawkes, "Nine Tentalizing Mysteries Of Nature," New York Times Magazine, 33, 1957 )

Hawkes'ın bu ifadeleri gerçekten de önemli bir noktaya dikkat çekmektedir. Evrimciler ne kadar inanmak istemeseler de, şuurlu bir varlık olan insanın veya şaşırtıcı yeteneklere sahip olan diğer canlıların, tesadüfi mekanizmalarla meydana gelmesi mümkün değildir. Nitekim ülkemizin önde gelen evrimcilerinden biri olan Cemal Yıldırım da, evrim teorisine olan sonsuz sadakatine rağmen, doğal seleksiyonun yeni türler meydana getirici gücüne inanmanın çok zor olduğunu şu şekilde dile getirir:

Daha önemli bir üçüncü eleştiri, doğal seleksiyonun açıklayıcı bir ilke olarak yetersizliğine ilişkindir. Buna göre, amipten insana uzanan tüm aşamalarında canlılar, fizik ve kimya çözümlemelerine elvermeyen olağanüstü bir düzen, ereksel (amaca yönelik) bir eğilim sergilemektedir. Bunun, rastlantı, varyasyonlar üzerinde mekanik bir düzenek olan doğal seleksiyonla açıklanması olanaksızdır. Örneğin, insan gözünü alalım. Yapı ve işleyişi bu denli karmaşık, ince ve yetkin dokunmuş bir organın, belli bir amaca yönelik hiçbir yaratıcı güç içermeyen salt mekanik ve düzenekle oluştuğu olası mıdır? Sanat, felsefe ve bilim çalışmalarıyla uygarlık yaratan insanın doğal seleksiyonla evrimleştiği yeterli bir açıklama olabilir mi? Annenin yavru sevgisini, hiçbir ruhsal öğe içermeyen "kör" bir düzenekle açıklamaya olanak var mıdır? Biyologların (bu arada Darwincilerin) bu tür sorulara doyurucu yanıt verdiklerini söylemek güçtür, kuşkusuz. (Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, Bilgi Yayınevi, Ocak 1989, s.185 )

Ne var ki tüm bu itiraflarına rağmen evrimciler, doğanın ve doğada mevcut olan doğal seleksiyon gibi bazı mekanizmaların, duyan, gören, buluşlar yapan, devletler kuran, eserler meydana getiren insanı meydana getirebildiğine inanmayı sürdürmektedirler. Bu inançlarının bir gün gelip bilimsel bir dayanağa oturtulacağı ümidini kendilerine telkin ederek, gerçekte kendi kendileri aldatmaktadırlar.

Beyaz önlükleri, kalın gözlükleri ve ciddi görünümleriyle zeki, kültürlü, bilgili birer insan izlenimi veren dünyaca tanınan bazı "bilim adamları"nın gerçekte nelere inandıklarını görmek ve onların hayata bakış açılarını anlamak için bu konuları etraflıca değerlendirmek gerekir. Bu insanlar gerçekten de zeki ve bilgili olabilirler. Peki buna rağmen çocukların bile inanmayacağı, Yunan mitolojisini veya efsaneleri andıran bu hikayelere nasıl inanabilmektedirler?