Sayfalar

17 Mart 2010 Çarşamba

Ilya Prigogine ve Öz-Örgütlenme Yanılgısı


Termodinamiğin İkinci Kanunu'nun evrimsel bir süreci imkansız kıldığının farkında olan bazı evrimci bilim adamları yakın geçmişte Termodinamiğin İkinci Kanunu ve evrim teorisi arasındaki uçurumu kapatabilmek, evrime bir yol açabilmek umuduyla çeşitli spekülasyonlar üretme gayretine girmişlerdir.

Termodinamiği ve evrimi uzlaştırma umuduyla ortaya atılan iddialarla en fazla adı duyulmuş olan kişi Belçikalı fizikçi Ilya Prigogine'dir.

Prigogine, Kaos Kuramı'ndan hareket ederek kaostan (karmaşadan) düzen oluşabileceğine dair birtakım varsayımlar ortaya atmıştır. Ancak, bütün çabalarına rağmen, termodinamiği ve evrimi uzlaştırmayı başaramamıştır.

Çalışmalarında, fiziğin yalnızca istatiksel olarak ele aldığı geri-dönüşümsüz süreçleri temel yasalara bağlamaya çalışmış fakat başarısız olmuştur. Tamamen teorik, gerçek hayatta uygulama ve gözlemleme imkanı olmayan pek çok matematiksel önermeyi içeren kitapları, fizik, kimya ve termodinamik alanında otorite sayılan bilim adamları tarafından hiçbir somut ve pratik değere sahip olmamakla eleştirilmiştir.

Örneğin termodinamik, istatiksel mekanik ve biçim oluşumu (pattern formation) konularında otorite sayılan fizikçilerden ve Review of Modern Physics kitabının yazarlarından biri olan P. Hohenberg'in, Prigogine'nin çalışması hakkındaki yorumu Mayıs 1995 tarihli Scientific American dergisinde şöyle aktarılır:

Teorisinin açıkladığı tek bir olay bile bilmiyorum. (Scientific American, Mayıs 1995, "From Complexity to Perplexity".)

Wisconsin Üniversitesi'nden teorik fizikçi Cosma Shalizi de Prigogine'in çalışmalarının hiçbir somut sonuç ya da açıklamaya varmaması hakkında şunları söylemektedir.

(Prigogine'in yazdığı) Self Organization in Nonequilibrium Systems (Dengeden Uzak Sistemlerde Öz Örgütlenme) isimli kitabının tam beş yüz sayfası içinde, gerçek verilerle ilgili sadece dört tane grafik var ve modellerinin deneysel sonuçlarla karşılaştırması hiç yok. Her ikisinin de istatiksel fiziğin başlıkları olması dışında, geri-dönüşümsüzlük hakkındaki fikirlerinin hiçbirisi öz-örgütlenme (self organization) ile bağlantılı değil. (Cosma Shalizi, "Ilya Prigogine", www.santafe.edu/~shalizi/notebooks/prigogine.html)

Koyu bir materyalist olan Prigogine'in, fizik alanında sürdürdüğü çalışmaları aynı zamanda evrim teorisine de destek sağlama amacı taşımıştır. Çünkü önceki sayfalarda gördüğümüz gibi, evrim teorisi, Termodinamiğin İkinci Kanunu olan Entropi Kanunu ile açıkça çelişmektedir. Entropi Kanunu, bilindiği gibi her türlü düzenli, organize ve kompleks yapının doğal şartlara terk edildiğinde, düzensizliğe, bozulmaya ve parçalanmaya gideceğini kesin bir biçimde ortaya koymaktadır.

Buna karşın evrim teorisi düzensiz, dağınık ve bilinçsiz atomların ve moleküllerin biraraya gelerek kompleks ve organize sistemlere sahip canlıları meydana getirdiğini iddia etmektedir.

Prigogine ise, bu tür süreçleri makul hale getirebilecek formüller icat etme arayışına girmiştir. Ancak tüm çabaları, teorik denemeler olmaktan öteye gitmemiş, başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Bu amaç doğrultusunda ortaya attığı tezlerin en bilinen ikisi, "Self-Organization" (öz örgütlenme) teorisi ile "Dissipative Structures" (enerji dağıtan yapılar) teorisidir. Bu teorilerden birincisi basit moleküllerin kendiliklerinden örgütlenerek kompleks canlı sistemlerini oluşturabileceklerini savunur. İkincisi ise, düzensiz, yüksek entropili sistemlerde düzenli, kompleks yapıların oluşabileceğini iddia eder. Ancak, bunların hiçbiri evrimcilere yeni hayal dünyaları oluşturmaktan başka bilimsel ve pratik bir değere sahip değildir.

Prigogine'in bu teorilerinin hiçbir konuyu açıklamadığı ve hiçbir sonuca ulaşamadığı pek çok bilim adamı tarafından ifade edilmektedir. Ünlü fizikçi Joel Keizer şöyle yazmaktadır:

Dengeden uzak "enerji dağıtan yapılar"ın (dissipative structures) sabitliği için öne sürdüğü kriterler, dengeye çok yakın durumlar dışında başarısızlığa uğradı. (Joel Keizer, "Statistical Thermodynamics of Nonequilibrium Processes", Berlin: Springer-Verlag, 1987, s. 360-1)

Teorik fizikçi Cosma Shalizi de bu konuda şunları söylemektedir:

(Prigogine) öz-örgütlenme (self organization) konusunda, hemen herkesten önce titiz ve esaslı bir çalışma öne sürmeyi denedi. Başaramadı... (Cosma Shalizi, "Ilya Prigogine", www.santafe.edu/~shalizi/notebooks/prigogine.html)

Self-Organizing Systems: The Emergence of Order adlı yayının editörü olan F. Eugene Yates, aynı yayında bir makale yazan Daniel L. Stein ve Nobel ödüllü bilim adamı Philip W. Anderson'ın Prigogine'e yönelik eleştirilerini şöyle özetlemektedir:

Yazarlar (Philip W. Anderson ve Daniel L. Stein) "enerji dağıtan yapılar" (dissipative structures) hakkında geliştirilmiş bir teori olmadığını (aksine iddialar olmasına rağmen) ve belki de kararlı hiçbir "enerji dağıtan yapı" olmadığını savunmaktalar... Bu nedenle yazarlar dissipative structures ve bunların kırılmış simetrileri hakkındaki spekülasyonların şu an için hayatın kökeni ve devamı hakkındaki soruları açıklayamayacağına inanıyorlar. (F. Eugene Yates, Self-Organizing Systems: The Emergence of Order, "Broken Symmetry, Emergent Properties, Dissipative Structures, Life: Are They Related" (NY: Plenum Press, 1987), p. 445-457.)

Kısacası, Prigogine'in teorik çalışmaları hayatın kökenini açıklama yönünden hiçbir değer taşımamaktadır. Aynı Nobel ödüllü yazarlar, Prigogine'nin teorileri hakkında şu yorumu da yapmaktadırlar:

Bu alandaki birçok kitap ve makaledeki iddiaların aksine, biz böyle bir teorinin ("dissipative structures" teorisi) olmadığına ve hatta Prigogine, Haken ve meslektaşlarının varlığından bahsettikleri bu tür yapıların (enerji dağıtan yapılar) belki de hiç var olmadıklarına inanıyoruz. (F. Eugene Yates, Self-Organizing Systems: The Emergence of Order, "Broken Symmetry, Emergent Properties, Dissipative Structures, Life: Are They Related" (NY: Plenum Press, 1987), s. 447.)

Kısacası, konularında uzman bilim adamları Prigogine'in kurguladığı tezlerin hiçbir gerçekliğinin ve geçerliliğinin olmadığını, hatta tezlerinde bahsettiği türden yapıların (dissipative structures) belki de gerçekte var bile olmadığını belirtmektedirler.

Prigogine'in iddiaları, Jean Bricmont'un "Kaosun Bilimi mi Yoksa Bilimde Kaos mu?" adlı makalesinde de çok detaylı olarak ele alınmış ve geçersizliği ortaya konmuştur.

Tüm bunlara rağmen, her ne kadar Prigogine evrimi destekleyen bir yöntem bulamadıysa da, yalnızca bu tür girişimlerde bulunması dahi evrimcilerin kendisini baş tacı etmesine neden olmuştur. Pek çok evrimci Prigogine'in ortaya attığı "öz örgütlenme" kavramına büyük bir umutla ve yüzeysel bir tarafgirlikle sarılmıştır. Prigogine'in hayali teorileri ve sanal kavramları, konunun ayrıntılarını bilmeyen pek çok kimseyi, evrimin termodinamik açmazının çözüldüğü gibi bir düşünceye kaptırmıştır.

Oysa Prigogine dahi, moleküler düzeyde ürettiği teorilerin, canlı sistemler, örneğin bir canlı hücresi için geçerli olmadığını kabul ederek şöyle demiştir:

Biyolojik düzen problemi, moleküler aktiviteden hücrenin süpermoleküler düzenine geçişi içerir. Bu sorun çözümlenmekten çok uzaktır. (Ilya Prigogine, Isabelle Stengers, Order Out of Chaos, Bantam Books, New York, 1984, p. 175.)

İşte Prigogine'in evrim ile Entropi Kanunu ve diğer fizik yasaları arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırmayı hedefleyen teorilerinin ve evrimcilerin bunlardan cesaret alarak yürüttükleri spekülasyonların içeriği budur.

Düzenli Sistem ve Organize Sistem Farkı


Buraya kadar, gerek Prigogine'in gerekse diğer evrimcilerin iddialarına dikkat edilecek olunursa, çok önemli bir temel hataya düştükleri gözlemlenecektir. Evrimciler, termodinamikle evrimi uzlaştırma amacıyla, sürekli olarak madde ve enerji giriş-çıkışı olan sistemlerde (açık sistemler) belli bir düzen oluşabileceğini ispatlamaya çalışmaktadırlar.

Bu noktada iki kilit kavrama açıklık getirilmesi, evrimcilerin yanıltıcı yöntemlerinin ortaya konması açısından önemlidir.

Yanıltma, iki farklı kavramın, "düzenli" ve "organize" kavramlarının kasıtlı olarak karıştırılmasıdır.

Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Deniz kenarında dümdüz uzanan bir kumsal düşünün. Güçlü bir dalga kıyıya vurduğunda, bu kumsalda bazı büyüklü küçüklü kum tepecikleri, kumda dalgalanmalar oluşturur.

Bu bir "düzenleme" işlemidir: Deniz kıyısı açık bir sistemdir ve içeri doğru enerji akışı (dalga) kumsalın başlangıçtaki tekdüze görünümünü basit şekillere sokabilir. Termodinamik anlamda burada eskiye göre bir düzen oluşturabilir. Fakat şunu belirtmek gerekir ki, aynı dalgalar deniz kıyısında kumdan bir kale yapamazlar. Eğer kumdan yapılmış bir kale görürsek, bunu birinin yaptığından eminizdir. Çünkü kale "organize" bir sistemdir. Yani belli bir tasarıma ve bilgi içeriğine (enformasyona) sahiptir. Bilinçli bir kimse tarafından planlı bir biçimde, her parçası düşünülerek yapılmıştır.

Kale ile kum tepeleri arasındaki fark, birincisinin organize bir kompleksliğe, ikincisinin ise sadece basit tekrarlardan oluşan bir düzene sahip olmasıdır. Tekrarlardan oluşan düzen, bir daktilonun klavyesindeki "a" harfinin üzerine bir cisim düştüğü için (yani içeri giren enerji akımı ile) yüzlerce kere "aaaaaaaa..." yazması gibidir. Tabii ki "a"ların bu şekilde tekrarlı bir düzen içerisinde olması ne bir bilgi içerir, ne de herhangi bir komplekslik. Bilgi içeren kompleks bir harf sıralaması (yani anlamlı bir cümle, paragraf ya da kitap) yazmak için, mutlaka bir akla ihtiyaç vardır.

Aynı şey rüzgar, tozlu bir odaya girdiğinde de geçerlidir. Rüzgar odaya girdiğinde, daha önce yere tekdüze olarak yayılmış toz tabakası odanın belli bir kenarına toplanabilir. Bu yine termodinamik anlamda eskisine göre daha düzenli bir ortamdır, fakat toz parçacıkları hiçbir zaman rüzgarın enerjisiyle 'kendi kendilerine organize olarak' odanın tabanında bir insan resmi oluşturamazlar.

Sonuç olarak doğal süreçlerle hiçbir zaman kompleks ve organize sistemler meydana gelemez. Ancak zaman zaman yukarıdaki örneklerdekine benzer basit düzenlemeler oluşabilir. Bu düzenlemeler de belli sınırların ötesine geçemezler.

Ne var ki evrimciler, bu şekildeki doğal süreçlerle kendiliğinden ortaya çıkan düzenlenme (self-ordering) olaylarını evrimin çok önemli bir kanıtı gibi sunmakta ve bunları sözde "kendini organize etme" (self-organization) örnekleri gibi göstermektedirler. Bu kavram kargaşası sonucunda da, canlı sistemlerin doğal olaylar ve kimyasal reaksiyonlar sonucunda kendiliğinden meydana gelebileceğini öne sürmektedirler. Az önceki bölümde ele aldığımız Prigogine ve takipçilerinin yöntem ve çalışmaları da bu yanıltıcı mantığa dayalıdır.

Halbuki başta da belirttiğimiz gibi, organize sistemlerle düzenli sistemler birbirlerinden tamamen farklı yapılardır. Düzenli sistemler basit sıralamalar, tekrarlar şeklinde yapılar içerirken, organize sistemler iç içe geçmiş son derece kompleks yapı ve işlevler içerirler. Ortaya çıkmaları için mutlaka bilinç, bilgi ve tasarıma ihtiyaç vardır. Aradaki bu önemli farkı evrimci bilim adamlarından Jeffrey Wicken şöyle tarif eder:

"Organize" sistemleri "düzenli" sistemlerden dikkatlice ayırt etmek gerekir. İki sistemden hiçbiri "rastgele" değildir, ama düzenli sistemler basit kalıplardan oluştukları için hiç komplekslik taşımazken, organize sistemler her parçası yüksek bilgi içeren dış kaynaklı bir plana göre biraraya gelirler… Organizasyon, bu yüzden işlevsel kompleksliktir ve bilgi taşır. (Jeffrey S. Wicken, "The Generation of Complexity in Evolution: A Thermodynamic and Information-Theoretical Discussion", Journal of Theoretical Biology, cilt 77, s. 349, (Nisan 1979).)

Ilya Prigogine de bu kasıtlı kavram kargaşasına başvurmuş ve içeri doğru enerji akışı sırasında kendi kendine düzenlenen moleküllerin örneklerini, "kendiliğinden organize olma" şeklinde lanse etmiştir. Amerikalı bilim adamları Charles B. Thaxton, Walter L. Bradley ve Roger L. Olsen The Mystery of Life's Origin (Canlılığın Kökeninin Sırrı) adlı kitaplarında, bu durumu aşağıdaki gibi açıklarlar:

... Her durumda sıvının içerisindeki moleküllerin rastgele hareketlerinin yerini, anında son derece düzenli bir davranış almaktadır. Prigogine, Eigen ve diğerleri buna benzer bir 'kendi kendine organize olma'nın organik kimyanın esası olabileceğini ileri sürerler ve bunun da canlı sistemler için gerekli olan son derece kompleks molekülleri açıklayabilme potansiyeline sahip olduğunu iddia ederler. Fakat bu paralellikler hayatın kökeni sorusuyla alakasızdır. Bunun ana nedeni, bunların düzen ve kompleksliği ayırt etmeyi başaramamalarıdır. (C. B. Thaxton, W. L. Bradley ve R. L. Olsen, The Mystery of Life's Origin: Reassessing Current Theories, Philosophical Library, New York, 1984, s. 119.)

Yine aynı bilim adamları, bazı evrimcilerin öne sürdükleri "suyun buz haline gelmesi, biyolojik düzenliliğin kendiliğinden ortaya çıkabileceğine örnektir" şeklindeki mantığın sığlığını ve çarpıklığını şöyle açıklarlar:

Suyun kristalize olup buza dönüşmesiyle, basit bir monomerin milyonlarca yıl içinde polimer halinde birleşerek DNA ve protein gibi kompleks moleküllere dönüşmesi arasındaki benzetme sık sık tartışılmaktadır. Her durumda benzetme açıkça yanlıştır… Isı alçaltılarak termal etki yeterince küçültüldüğünde, atomları birbirine bağlayan güçler, su moleküllerini düzenli kristalize bir dizilime sokarlar. Amino asit gibi organik monomerler ise herhangi bir ısıda, değil düzenli bir organizasyona, birleşmeye dahi tamamen karşı koyarlar. (C. B. Thaxton, W. L. Bradley ve R. L. Olsen, The Mystery of Life's Origin: Reassessing Current Theories, Philosophical Library, New York, 1984, s. 119-120.)

Tüm kariyerini termodinamiği evrim teorisiyle bağdaştırmaya adamış olan Prigogine dahi, suyun kristalize olmasıyla kompleks biyolojik yapıların ortaya çıkışı arasında bir benzerlik bulunmadığını kabul etmiştir:

Burada belirtilmesi gereken, izole olmayan (açık) bir sistemde, yeterli düşük sıcaklıklarda düzenli ve düşük-entropi içeren yapıların oluşma ihtimalidir. Bu düzenleme prensibi, kristaller gibi düzenli yapıların oluşumundan ve maddenin hal değişimlerinden sorumludur. Maalesef bu prensip, biyolojik yapıların oluşumunu açıklayamaz. (I. Prigogine, G. Nicolis ve A. Babloyants, Physics Today, 25(11): 23 (1972).)

Kısacası, hiçbir fiziksel ya da kimyasal etki, canlılığın kökenini açıklayamamakta, "maddenin öz örgütlenmesi" kavramı bir hayal olarak kalmaya devam etmektedir.

Öz Örgütlenme: Materyalist Bir Dogma


Evrimcilerin "öz örgütlenme" kavramıyla savundukları iddia, cansız maddenin kendi kendini düzenleyip, organize edip, kompleks bir canlı varlık meydana getirebileceği yönündeki inançtır. Bu kesinlikle bilime aykırı bir inançtır, çünkü bütün gözlem ve deneyler, maddenin böyle bir yeteneği olmadığını göstermektedir. Ünlü İngiliz astronom ve matematikçi Prof. Fred Hoyle maddenin kendi kendine hayat oluşturamayacağını şöyle bir örnekle anlatır:

Eğer gerçekten maddenin içinde, onu yaşama doğru iten bir iç-prensip olsaydı, bunun bir laboratuvarda kolaylıkla gösterilebilmesi gerekirdi. Örneğin bir araştırmacı, ilkel çorbayı temsil eden bir yüzme havuzunu deney için kullanabilirdi. Böyle bir havuzu istediğiniz her türlü cansız kimyasalla doldurun. Ona istediğiniz her türlü gazı pompalayın ya da üzerine istediğiniz her türlü radyasyonu verin. Bu deneyi bir yıl boyunca sürdürün ve (hayat için gerekli olan) 2000 enzimden kaç tanesinin sentezlendiğini kontrol edin. Ben size cevabı şimdiden vereyim ve böylece bu deneyle zamanınızı harcamayın: Kesinlikle hiçbir şey bulamazsınız, belki oluşacak birkaç amino asit ve diğer basit kimyasal maddeler dışında. (Andrew Scott, "Update on Genesis", New Scientist, vol. 106, 2 Mayıs 1985, s. 30.)

Evrimci biyolog Andrew Scott ise aynı gerçeği şöyle kabul etmektedir:

Biraz madde alın, karıştırın, ısıtın ve bekleyin. Bu, hayatın kökeninin modern versiyonudur. Yer çekimi, elekromanyetizma, zayıf ve güçlü nükleer kuvvetler gibi "temel" güçler gerisini halledecektir... Peki ama bu kolay hikayenin ne kadarı sağlam temellere oturmaktadır ve ne kadarı umuda dayalı spekülasyonlara bağlıdır? Gerçekte, ilk kimyasal maddelerden canlı hücrelere kadar giden aşamaların bütün mekanizmaları ya tartışma konusudur ya da tamamen karanlık içindedir. (Andrew Scott, "Update on Genesis", New Scientist, vol. 106, 2 Mayıs 1985, s. 30.)

Peki evrimciler neden hala "maddenin öz örgütlenmesi" gibi bilimsel olmayan senaryolara inanmaktadırlar? Neden canlı sistemlerde açıkça görülen bilinci ve yaratılışı reddetme konusunda bu kadar ısrarcıdırlar?

Bu soruların cevabı, evrim teorisinin asıl temeli olan materyalist felsefede gizlidir. Materyalist felsefe, sadece maddenin varlığını kabul eder, bu durumda canlılara da sadece maddeye dayalı bir açıklama getirilmesi gerekmektedir. Evrim teorisi bu zorunluluktan doğmuştur ve her ne kadar bilime aykırı da olsa, sırf bu zorunluluk uğruna savunulmaktadır. New York Üniversitesi'nde kimya profesörü ve DNA uzmanı olan Robert Shapiro, evrimcilerin "maddenin kendi kendini organize etmesi" konusundaki inançlarını ve bunun kökeninde yatan materyalist dogmayı şu şekilde açıklar:

Bizi basit kimyasalların var olduğu bir karışımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya RNA'ya) taşıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal evrim" ya da "maddenin öz örgütlenmesi" (self-organization) olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemiş ya da varlığı gösterilememiştir. Böyle bir prensibin varlığına, diyalektik materyalizme bağlılık uğruna inanılır.(Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth, Summit Books, New York: 1986, s. )

Baştan beri incelediğimiz gerçekler ise, termodinamik söz konusu olduğunda da evrimin imkansızlığını ve deneysel bilime karşı ayakta tutulmaya çalışılan bir dogma olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır.