Sayfalar

15 Mart 2010 Pazartesi

Evrim Teorisi


Evrim teorisi temelinde "hayat nasıl başladı, canlılar nasıl oluştu?" sorusuna cevap vermek için ortaya atılmıştır. Her ne kadar bu önemli soruya evrim teorisinin bilimsel ispatlı bir cevabı bulunmasa da, bu teorinin korunma amacı budur. Çünkü evrim teorisi, "hayat nasıl başladı?" sorusuna, "hayat, cansız maddelerin tesadüfler sonucunda bir araya gelmeleriyle tesadüfen başladı ve ilk oluşan en ilkel canlı giderek evrimleşerek en gelişmiş canlıyı yani insanı meydana getirdi" cevabını verir. Hiçbir bilimsel ispatı olmayan, hatta akıl ve mantıkla da çelişen bu iddia bazı çevreler çok cazip ve çarpıcıydı; çünkü, materyalist görüşe sahip tüm felsefeler ve ideolojiler, evrim teorisini sahiplenmek ve onu el üstünde tutarak, tek kabul edilebilir gerçek olarak göstermek mecburiyetinde kalmışlardır.

Bilindiği gibi materyalizm, tüm evrenin, canlı ve cansız maddelerin yaratıldıkları ve insanın bir yaratılış amacı olduğu gerçeğini inkar eder. Bertrand Russell'ın "insan, başaracakları sonun bir ön görüşüne sahip olmayan sebeplerin ürünüdür" sözü materyalistlerin insana bakış açısını özetler. Tesadüfen oluşan sebeplerin ürünü olduğunu varsayan bir varlığın, yüksek erdemlere sahip, kendisini Yaratan'a karşı sorumluluğunun bilincinde olan, kötülüklerden sakınarak güzel ahlak arayışını sürdüren, manevi değerlerini koruyan bir insan olması beklenemez.

Materyalist inancın nihai hedefi ise sorumsuz, başıboş, sadece kendi menfaatlerini düşünen, evrim teorisinin "yaşam mücadelesi" tezine uygun olarak, kendi menfaatlerini diğer insanların menfaatlerinden öncelikli görerek menfaat savaşı veren topluluklar oluşturmaktır. Böyle bir topluluk modelinde ise, yine Darwinist ve materyalist öğretiye uygun olarak "güçlü olan yaşayacak, daha da güçlenecektir". Böyle bir anlayışta tek önemli şey maddedir. Manevi değerlerin önemi hiçe sayılır.

Özellikle 19. yüzyıl, materyalizmin yükselme devri oldu. Dinden ve dinin getirdiği güzel ahlak ve değerlerden rahatsızlık duyanlar, din dışı bir anlayışın egemen olması için vargüçleriyle çaba gösterdiler. Bu dönemde determinizm, naturalizm, pozitivizm ve materyalizm yaygın olarak kabul gördü. Bu görüşlerin ortak noktaları Allah'ın varlığını ve dini inkar etmeleri idi. Emile Durkheim, Auguste Comte, Herbert Spencer, Karl Marx gibi isimler tarihi ve toplumları bu din dışı anlayışa göre yorumladılar. 20. yüzyıla gelindiğinde ise, materyalist bilim adamları, fizikten biyolojiye, psikolojiden sosyolojiye, ekonomiden teolojiye kadar, her konuya materyalist ve Darwinist bir açıklama getirme çabası içine girdiler. Böylelikle bilimsel yönden hiçbir geçerliliği olmayan Darwinizm ve materyalizm sanki "gerçek" dünyayı her yönüyle tanımlayabilen "en önemli gerçekler" gibi insanlara empoze edildiler.

Darwin'in teorisi, materyalist dünya görüşünü teşvik ettiği, bu görüşe sözüm ona bir meşruluk kazandırdığı ve sanki bilimle uyumluymuş havası yarattığı için çok geniş bir çevre tarafından tutuldu ve savunuldu. Oysa Darwin'in teorisi en basit canlı hücresindeki muazzam yapıyı açıklamaktan dahi acizdir ve bu konuda son derece beceriksizdir. Bazı bilim adamlarının "materyalist bilim" olarak tanımladıkları Darwinizm'in, "hayat nasıl ortaya çıktı?" sorusuna verebileceği hiçbir cevap yoktur.

Ne var ki, bugün dünyanın daha da yaygın olarak farkına varmaya başladığı bu tarihin en büyük bilimsel aldatmacası, materyalizm uğruna nice bilim adamı tarafından körü körüne savunuldu. Bugün birçok bilim adamı, ya gerçeği görerek, evrim teorisini savunmaktan vazgeçti, ya da en azından "evrim teorisi bilimsel değildir ama ben yine de materyalist olmaya körü körüne devam edeceğim" diyerek itiraflarda bulundu. Ama bunların yanında hala bu köhnemiş teorinin eteğine sıkı sıkıya yapışmış olanlar var.
Bu durumu açıklamak elbetteki zor. Çünkü bilim ve akıl tarafından imkansızlığı çok açık ve anlaşılır şekilde ortaya konmuş, bir tek bilimsel delili olmayan bir teorinin, bu kadar büyük bir inatla korunması üzerinde düşünülmesi gereken bir durum. Kendisi de bir evrimci olan, ancak evrimin çıkmazlarını görerek açıkça dile getirmekten kaçınmayan astronomi profesörü Fred Hoyle bunun nedenini şöyle açıklamış: "Aslında, yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir." (Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, New York, Simon & Schuster, 1984, s. 130)

Bu bilim adamının sözünden anlaşıldığı gibi evrim teorisine körü körüne bağlılık "psikolojik bir şartlanmadır". Çünkü "canlılık tesadüfen meydana gelmedi, evrim teorisi doğru değil" diyen biri, canlılığın bilinçli olarak üstün bir Akıl tarafından tasarlandığını ve yaratıldığını kabul etmiş olacaktır. İşte evrimciler bu açık gerçeği kabul etmemek için, her ne pahasına olursa olsun, Darwinizm'i savunmak yolunu seçerler. Bunu yaparken de, bilimsel delil ve metotları değil, psikolojik etkileme yöntemlerini kullanırlar. Yoğun bir propoganda ile evrim teorisi savunulur, hatta evrimi inkar etmek bilimi inkar ile eşdeğer tutulur hale getirilmiştir.

Ancak görünen o ki, artık tüm dünyada bu konuda bir uyanma söz konusu. 150 yıldır bilimsel bir aldatmaca ile uyutmaya tabi tutulan insanlar, gelişen teknoloji ve her türlü bilimsel araştırma ve yayına kolay ulaşım sayesinde gerçeklerden haberdar olabiliyorlar. Bugün Amerika'nın bazı eyaletlerinde evrim teorisinin, tartışılmaz bir bilimsel gerçek olmadığı gerekçesiyle okul müfredatlarından çıkartılıyor olması veya Amerikan seçim kampanyasına konu olması kesinlikle bir tesadüf değil. Umarız biz de bu konuda gereken duyarlılığı ve sağduyuyu gösterebiliriz.

Bir Aldatmacaya İnanmak

Yeryüzünde yaşayan milyonlarca canlı türünün her birinin birbirinden mucizevi özellikleri, birbirine hiç benzemeyen davranış şekilleri, birbirinden kusursuz fiziksel yapıları vardır. Bu canlıların herbiri benzersiz incelikler ve güzelliklerle yaratılmıştır. Bitkiler, hayvanlar ve en başta da insan, dış görünümlerinden gözle görülmeyen hücrelerine kadar büyük bir bilgi ve sanatla var edilmiştir. Bugün canlıların her detayını araştıran, bu detaylardaki mucizevi yönleri keşfeden, tüm bunların nasıl meydana geldiği sorusuna cevap arayan çok sayıda bilim dalı ve bu bilim dallarında görev yapan onbinlerce bilim adamı vardır.

Bu bilim adamlarının bir kısmı, inceledikleri yapılardaki mucizevi yönleri ve bunların meydana getirilmesindeki aklı keşfettikçe, bunlara hayranlık duymakta ve tüm bunların sonsuz bir akıl ve bilgi ile yaratıldığına tanık olmaktadırlar. Ancak bir kısmı da, şaşırtıcı bir şekilde, tüm bu mucizevi özellikleri var edenin şuursuz tesadüfler olduğunu iddia etmektedir.

Söz konusu bilim adamları, evrim teorisine inananlardır. Bu kişilere göre canlıları meydana getiren proteinler, hücreler ve organlar, sadece tesadüflerin ardarda sıralanmasıyla var olmuşlardır. Yıllarca eğitim görmüş, uzun araştırmalar yapmış, gözle görülmeyen tek bir hücredeki tek bir organelin mucizevi işlevleri üzerine kitaplar yazmış insanlar, hayret verici bir şekilde, bu olağanüstü yapıları kör tesadüflerin meydana getirdiğini savunabilmektedirler.

Anlı şanlı profesörlerin inandıkları tesadüfler zinciri o kadar akıl almazdır ki, içinde bulundukları durum, dışarıdan bakanları hayretler içinde bırakmaktadır. Bu profesörlere göre, önce birçok tesadüf meydana gelerek basit kimyasal maddelerin içinden - gerçekte tesadüfen oluşması imkansız olan bir protein oluşturmuşlardır. Sonra başka tesadüfler başka proteinleri meydana getirerek, yine tesadüfen bu proteinleri biraraya toplamış ve onları uygun şekilde organize etmişlerdir. Sadece proteinler değil, DNA, RNA, enzimler, hormonlar, hücre organelleri gibi her biri son derece kompleks olan hücre içi yapılar, hep tesadüfen ve yanyana oluşmuştur. Bu milyonlarca tesadüf sonucunda ise, ilk hücre meydana gelmiştir. Kör tesadüflerin marifeti olan mucizeler burada son bulmamış, bu hücre tesadüflerin yardımı ile çoğalmaya başlamıştır. Söz konusu iddiaya göre bir başka tesadüf, hücreleri organize etmiştir ve bundan ilk canlıyı meydana getirmiştir.

Bir canlıdaki tek bir gözün oluşması için dahi milyonlarca "şanslı olayın" birarada gerçekleşmesi gerekmektedir. İşte burada da tesadüf denen kör süreç devreye girmiş; önce, yine tesadüfen oluşan kafatasında en uygun yerlere en uygun büyüklükte iki delik açmış ve sonra buraya tesadüfen gelen hücreler, yine tesadüfen gözü inşa etmeye başlamışlardır. Görüldüğü gibi, tesadüfler, sonuçta ne elde etmek istediklerini bilerek hareket etmişlerdir. Daha en baştan, "görmek, işitmek, nefes almak" ne demektir bilen, yeryüzünde hiçbir örneği olmadığı halde bunlardan haberdar olan "tesadüf", büyük bir bilinç ve akıl göstererek, son derece ileri görüşlü davranarak, canlılığı adım adım inşa etmiştir.

İşte, insanların büyük saygı duyarak isimlerini andığı, fikirlerini benimsediği bu profesörler, bilim adamları, araştırmacılar, bu denli akıl dışı bir senaryoya körü körüne bağlanmışlardır. Halen de çocuksu bir inatla, bu masallarına inanmayanları dışlamakta, onları bilimsel olmamakla ve bağnazlıkla suçlamaktadırlar.

Kısacası bu insanlar, tesadüflerin tüm evrendeki hassas sistemleri ve canlıları yaratabilecek kadar akıllı, bilinçli ve güçlü olduğunu iddia etmektedirler. Eğitimli, zeki ve bilgili insanların, toplu olarak, tarihin en saçma, en akıl ve mantık dışı iddiasına böyle büyülenmişcesine inanıyor olmaları, gerçekte çok büyük bir mucizedir.Darwinizm, bilimsel deliller karşısında tamamen çökmüş bir teori olmasının yanısıra, akıl ve mantıkla da hiçbir şekilde bağdaşmayan, çok büyük bir aldanıştır.