
Bütün canlılar, insanoğlunun bugüne kadar karşılaştığı en kompleks yapı olan hücrelerden oluşur; diğer bir ifadeyle canlılığın yapı taşı hücredir. Hücrenin bilgi bankası ise DNA molekülüdür. Gözle görülmeyen DNA molekülünde muazzam boyutlarda bilgi kayıtlıdır. Örneğin, insan hücresindeki tek bir DNA'da tam bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak kadar bilgi saklıdır. Söz konusu devasa bilgi, nükleotid adı verilen dört özel baz ile kodlanmıştır. Bakteri hücresinde yaklaşık bir milyon nükleotid çifti ve bin gen vardır; bitki ve hayvan hücresinde ise 1 milyar ile 10 milyar arasında nükleotid çifti ve on binlerce hatta birkaç yüz bin gen bulunur. Her türün DNA'sındaki nükleotidlerin dizilimi yani genetik yapısı farklıdır. Dahası, bir canlı türü içindeki her bireyin DNA molekülündeki bilgi dizilimi de farklıdır.
Bu biyolojik olguların anlamı açıktır: Yeryüzünde muazzam bir tür çeşitliliğinin yanı sıra akıl almaz bir genetik çeşitlilik söz konusudur. Şimdiye kadar dünya üzerinde yaşamış milyonlarca canlı türü ve sayısız bireyin tümünün birbirlerinden farklı olmasının altında yatan neden işte budur. Türler, tür içindeki varyasyonlar ve bireyler bulundukları ortama uygun genetik özelliklere sahiptirler.
Varolan muazzam genetik zenginlik sayesinde, binlerce senedir bitki ve hayvan türleri ıslah edilebilmekte; aynı türe bağlı farklı varyasyonların çaprazlanmasıyla istenilen özellikleri taşıyan ırklar yetiştirilmektedir. Çaprazlama (melezleme) yönteminden pek çok tahıl, meyve, sebze, bitki ve hayvanın yetiştirilmesinde yararlanılır. Mesela, yetiştiriciler, koyun veya inek gibi hayvanlar arasında en iyi et veya süt veren cinsleri elde edebilmek için özel çiftleştirme programları uygularlar. Et ve süt verimi yüksek ancak doğa şartlarına karşı dayanıksız inekler ile et ve süt verimi düşük ancak dayanıklı inekler arasında çiftleştirme yaparak her iki üstün özelliğe sahip kuşaklar elde ederler. (Ö. Bulut, D. Sağdıç, S. Korkmaz, Biyoloji, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 152.)
Buğday, pirinç, mısır gibi günlük yaşantımızın ayrılmaz bir parçası olan bitkiler de genetik çeşitlilik sayesinde ıslah edilmiştir. Yabani bitki türleri kullanılarak hastalıklara, iklim koşullarına, kuraklığa dayanıklı ve yüksek verimli varyasyonlar geliştirilmiştir. Bu konuya ilişkin şu örnekler verilebilir: Yakın geçmişte Meksika'da keşfedilen yabani bir mısır türünün, Zea diploperennis'in, hastalıklara neden olan 7 virüse karşı direnç genlerinin olduğu görülmüştür. (Anne M. Borland, "Biodiversity Lectures", 2002, http://ğ.ncl.ac.uk/aes/StudentInfo/Lectures/MSM120/AB-Lec1.doc.) Bu yabani mısırın genetik yapısından sağlanan verim artışı, yılda milyarlarca dolar değerindedir. (Biyolojik Çeşitlilik Haritası, National Geographic Maps, Ekim 2001; Bryan Norton, "Commodity, Amenity, and Morality", s. 203, E.O. Wilson, F.M. Peter (editors), Biodiversity, National Academy Press, Washington D.C., 1988.) Afrika'da bulunan bir yabani arpa türünün öldürücü bir virüse karşı taşıdığı genler ve Asya kökenli yabani bir şeker kamışı türünün hastalıklara karşı direnç genleri, türdeşlerinin verimini artırmak için; And Dağları'nda keşfedilen yabani bir domates türü, hemcinslerinin şeker içeriğini yükseltmek amacıyla kullanılmıştır. (Peter J. Bryant, "Values of Biodiversity", 2001, http://darwin.bio.uci.edu/~sustain/bio65/lec07/b65lec07.htm.) Dünya Kaynakları Enstitüsü'nün verilerine göre, 1930 ile 1980 yılları arasında ABD'de, pirinç, arpa, buğday, pamuk, şeker kamışı rekoltesinin iki katına; domates rekoltesinin üç katına; mısır ve patates üretiminin dört katına çıkmasının başlıca nedeni genetik çeşitliliktir. ("Agriculture and Genetic Diversity", World Resources Institute, 2001, http://ğ.wri.org/biodiv/agrigene.html.)
Burada şu bilimsel gerçeği hatırlatmakta da fayda vardır: Bilimi ideolojilerine alet etmeye çalışan bazı kesimlerin çarpıtmaya çalıştıklarının aksine biyoçeşitlililğin hayali bir teori olan evrim teorisiyle hiçbir ilgisi yoktur. Evrim savunucuları doğadaki varyasyonların yani genetik çeşitlenmenin kaynağını kendilerince evrim teorisinin bir ispatı gibi göstermeye çalışarak, biyoloji konusunda detaylı bilgiye sahip olmayanları yanıltmaya çalışırlar. Oysa genetik çeşitlilik bütünüyle biyolojik bir süreçtir ve o türün bireylerinin zaten sahip oldukları genetik bilginin çaprazlanarak ortaya yeni gen kombinasyonlarına sahip bireylerin çıkmasından ibarettir. Dolayısıyla genetik çeşitlenme sırasında ortaya ne yeni bir gen ne de yeni bir tür çıkar. Tür hep aynı tür, genler hep aynı genlerdir. Yalnızca mevcut genler farklı kombinasyonlarda bir araya gelirler. Sonuçta, sözde evrimleşme gibi bir süreç hiçbir zaman söz konusu değildir.
Genetik çeşitlilik yeryüzündeki içiçe geçmiş ekolojik zincirinin en önemli halkalarından biridir. Stanford Üniversitesi Biyoloji Profesörü Paul Ehrlich genetik zenginliğin önemini şöyle dile getirir: "Nükleer savaştan başka, muhtemelen ekinlerin genetik varyasyonunun azalmasından daha ciddi bir çevresel tehlike yoktur." ("Heirloom Corn and the Future of the World", 2002, http://ğ.alternativehealthtalk.com/Herbal%20Genetic%20Diversity%20frontier%20coop.htm.)
Tartışma götürmez ki, tarım ve biyoteknoloji alanında yaşanan gelişmeler, biyoçeşitliliğin uçsuz bucaksız genetik bilgi bankası sayesinde mümkün olmuştur. Profesör Ehrlich'in ifade ettiği gibi, "Doğal ekosistemler, şu ana kadar insanlara sayısız yarar sağlamış ve daha çok ama çok fayda sağlayacak potansiyele sahip engin bir genetik kütüphane muhafaza etmektedir." (Paul Ehrlich, "The Loss Of Diversity", s. 24, E.O. Wilson, F.M. Peter (editors), Biodiversity, National Academy Press, Washington D.C., 1988. )